
Çoruh Söyleşileri; Zülfü Livaneli’nin Babası Mustafa Sabri Livaneli..
Bu haber 3351 kez okunmuş ve görüntülenmiştir.
Ünlü sanatçı ve yazar Zülfü Livaneli’nin
babası ile konuşup, Artvin’le olan bağlarını öğrenmeyi düşünüyordum. Ankara’da
yaşadığını duymuştum. Ama bir türlü adresini, telefonunu öğrenip, arama
olanağını bulamamıştım.
Kasımın son günlerinde GAP TV’de “Anahtar” isimli
programa katılmıştım. Artvin sorunlarının tartışıldığı bu programa,
İstanbul’dan Zülfü Livaneli de çağrılmıştı. Çekimler öncesi kendisiyle kısa
görüşme olanağı buldum. Kafamdaki yoğun duyguları aktardıktan sonra babası ile
konuşmak istediğimi söyledim. Telefonunu vererek iletişim kurmamı önerdi. Bu
arada, Artvin sorunlarına gösterdiği ilgi ve Kafkasör’deki konseri için
kendisine teşekkür ettim. Ayrıca, Ankara’daki 7 Mart şenliklerine destek olup
olamayacağını sordum. Yurtdışında olmadığı taktirde memnuniyetle
katılabileceğini belirtti. İki yıl önce çağrılmanıza karşı yanıt bile
vermediniz yolundaki sitemime, itiraz etti. Kendisine haksızlık yapıldığını, 7
Mart’la ilgili bir davet almadığını, yurtdışında bulunduğu sıralarda gelen
faksları inceleyip yanıtlayamadığını, bu nedenle de kendisinin haberi
olamayacağı belirterek üzüntülerini dile getirdi.
Ertesi gün babasını aradım. Görüşme isteğimi
memnuniyetle kabul etti. Bahçelievler’deki evlerinin zilini çalınca kızları
Seyhan Hanım karşıladı beni. Ardından Mustafa Sabri Bey içeri buyur etti.
Birbirimizi hiç tanımıyorduk ama Artvinli olmanın verdiği sıcaklıkla havayı
hemen ısıttık. Öncelikle kendimi tanıttım. Bu söyleşiyi neden yapmak istediğimi
açıkladım. Bu ailenin Artvinli olduğunu duyanların merak ettikleri hususlara
açıklık getirmek istiyordum.
Söyleşiye başlamadan önce Zülfü Livaneli’ye
iletilmek üzere bir paket kitap, dergi ve gazeteyi sundum. Aslında bu paketi,
TV çekimleri sırasında Livaneli’ye götürmüştüm. Kendisiyle ilgili yazılarım
olan yayınlarla, değerli araştırmacı M.Adil Özder’in Artvin’le ilgili kitapları
da vardı bu pakette. Ancak, Livaneli program bitmeden ayrılınca, kendisine
verme fırsatı bulamamıştım.
Mustafa Sabri Livaneli’ye de Artvin’le ilgili kitap
ve yayınları getirmiştim. Bu arada, yeni çıkan Taner Artvinli’nin hazırladığı
kapsamlı “Yusufeli” kitabından da söz açtım. Bu kitapta, Livaneli’nin dedesinin
köyü Bıçakçılar’da tanıtılıyordu. Söyleşiye bu köyden başlamak istedim.
-Ailenizin
çıktığı Yusufeli Bıçakçılar köyü hakkında bilginiz var mı? Dedeleriniz bu
köyden nasıl ayrılmış?
-Öncelikle
getirdiğiniz kitaplar için teşekkür ederim. Artvin’i hiç görmedim. Babam da
görmedi. Yöre ve köyümüz hakkında bildiklerimiz çok az. Çünkü babam 10
yaşındayken dedem ölür. Daha baştan almak gerekirse, 93 Harbi başlamadan
Bıçakçılar köyündeki dedemin babası, Erzurum’daki başkumandan Ahmet Muhtar
Paşa’ya mektup yazar. Bu mektubu küçük oğlu Ömer’e vererek acele Erzurum’a
götürmesini ister. Genç bir delikanlı olan Ömer, atla Erzurum’un yolunu tutar.
Ertesi gün Artvin ve Yusufeli işgal edilir. 43 yıl süren bu işgal döneminde
Ömer köyüne dönemez. Bir delikanlı olarak Yusufeli’den ayrılan dedem Ömer’in
Artvin dışındaki yaşam öyküsü böylece başlamış.
-Daha sonra neler olur?
-Erzurum’daki Ahmet Muhtar Paşa, mektup getiren
genç Ömer’i yanına alıp, bırakmaz. Getirdiği mektupta olasıdır ki, Rusların
işgal hazırlıkları haberi vardır. Ömer, başarısı nedeniyle, savaş sonrası
Harput redif taburuna mülazım olur. Orada evlenir. Ulukent köyüne yerleşir. Tek
erkek çocuğu Zülfikar, askeri rüştiyeye başlar. Daha on yaşında iken babası
Ömer ölür. Askeri lise Harput’ta olmadığı için dul kalan annesi, tek çocuğunun
kendisinden ayrılıp başka yerde okumasını istemez. Büyüyünce Elazığ adliyesinde
zabit katipliğine başlar. Mesleğinde ilerler. Sınavlara girerek hakim olur.
1948’e kadar bu görevi yapar. Annem Emine Hanımla evliliğinden üç erkek çocuğu
olur. Sadettin, Gökhan ve ben. Üçümüz de baba mesleği olan hukukçuluğu seçtik.
Sadettin şu anda Ankara’da hakim, Gökhan Antalya’da avukatlık yapıyor. Bana
gelince 43 yıl çalışıp 1983 de yaş haddinden emekli oldum.
-Çocukluğunuz, eğitiminiz ve de
görevlerinizden de kısaca söz eder misiniz?
-1918 de Elazığ’da doğmuşum. Babamın görevi
nedeniyle çeşitli yerlerde okudum. Adana lisesini bitirdim. 1940 de Ankara
Hukuk Fakültesinden diploma alarak, değişik yerlerde savcılık yaptım. 6 yıl
Adalet Bakanlığında başmüfettişlik, Yargıtay başsavcılığı, Yargıtay üyeliği,
daire başkanlığı görevlerimden sonra, Yargıtay I.başkan vekilliğinden emekli
oldum.
-Soyadınızın bir öyküsü var mı? İlk kez kim, neden
bu soyadı kullanmış?
-Yusufeli’den gelen dedem Ömer’e
“Livaneoğullarından” derlermiş. Bunu aile lakabı olarak kullanmışlar. Soyadı
kanunu çıkınca babam bu lakabı değiştirmemiş. Hatta benim eski nüfus cüzdanımda
da öyle yazılıdır. Bakın, eski nüfus cüzdanımda öyle yazıyor. Sonra kısaltarak
“Livaneli”ye çevirdik.
-Gelelim sizin çocuklarınıza. Zülfü Livaneli,
Türkiye dışına taşan ünüyle herkes tarafından biliniyor. 2 yıl önce,
Yusufelililer gecesinde, ortanca oğlunuz Av.Ömer Asım Livaneli ile kısa bir
görüşmemiz olmuştu. Kızınız Seyhan Hanımı şu anda tanımış oldum. Küçük
oğlunuzdan da söz ettikten sonra Seyhan Hanımı da okurlarımıza tanıtmak isterim.
-En küçük oğlum Ferhat İstanbul’da oturuyor.
ODTÜ’si son sınıftan ayrılarak İsveç’e gitti. Orada müzik eğitimi aldı. Şu anda
Kültür Bakanlığı Modern Folk Topluluğu’nu yönetiyor. Evlidir. Onun oğlu,
torunumuz Murat’ı çok seviyoruz.
-Seyhan Hanım, burada olduğunuz için siz de
kendinizden kısaca söz eder misiniz?
-DTCF’de okurken evlendim. Eşimin işi nedeniyle
Ankara’dan ayrılınca okulu bıraktım. Sonra fark ders sınavlarını kazanarak,
öğretmenliğe başladım. 5-6 yıl önce Kültür Bakanlığı HAGEM’de daire başkanı
oldum. Şimdi genel müdür yardımcısıyım. Evli bir kızım ve de bir torunum var.
-Mustafa Sabri Bey, yeniden size dönelim. Zülfü
Beyin müziğe nasıl başladığını anlatabilir misiniz?
-Ben biraz saz çalardım. Aile içinde kendi kendime.
O sıralar Zülfü’nün müziğe karşı pek ilgisi yoktu. Bu işe bir rastlantı sonucu
başladı. İlkokulu bitirince sana bisiklet alacağım demiştim. Okulu bitirdiği
gün bisikleti almak için yola çıktım. Bahçelievler’den Ulus’a gidecektim.
Caddede araba beklediğim sırada, hızlı gelen bir taksi bisikletli iki çocuğa
birden çarptı. Bu feci kaza beni çok etkiledi. Ben iş seyahatlerine gideceğim,
gözüm arkada kalacak, diye düşündüm. Hemen eve dönüp Zülfü’yi kaza yerine
getirdim. Kan görmeye hiç dayanamaz. Çok üzüldü. O sırada kendisine söz verdiğim
bisikleti alacağımı, ancak bundan vazgeçerse başka hediye ile ödüllendireceğimi
açıkladım. Hemen bisikletten vazgeçti. Ertesi günü Konya’ya götürdüm. Bana saz
yapan işyerine girdik. Zülfü için sipariş verdik. Oradan aldığımız sazı kendi
kendine çalmaya başladı. Saz kurslarına gitmedi. Liseyi bitirince askere gitti.
Askerlik sonrası bir ilaç firmasında tanıtımcılık ve Trabzon bölge müdürlüğü
yaptı. Daha sonra, kardeşiyle birlikte Sihhiye’de kitapevi açtı. Çeviri eserler
yayınlamaya başladı. O sıralar sağ-sol çatışmaları hızlanmıştı. Kitap deposu
yakıldı. Sıkıyönetimli bir ülkede yaşamak onu huzursuz ediyordu. Lise arkadaşı
Ülker’le evlenmiş Aylin doğmuştu. Onları da alarak İsveç’e gitti. Avrupa’da 15
yıl kaldı. Gitmeden önce İstanbul Unkapanı’nda birde kaset yapmıştı. Ama asıl
müzik çalışmalarına Avrupa’da başladı. Orada kendini yetiştirdi, müzik eğitimi
aldı.
-Yurtdışına çıkışını siz nasıl karşıladınız?
-Ben gitmesini istemedim. Ama engel de olamadım.
Türkiye’deki huzursuzluklardan bıktı ve gitti. Birkaç kez yurda gelip döndüler.
Türkiye’yi seviyor ve çok özlüyordu. Sokaklarının çamurunu, hamalların küfürlü
bağrışmalarını dahi özlemişti. Bir ara yurda dönmek istedi. O sıralarda da, ben
gelmesini istemedim.
-Siyasete girişine nasıl bir tepki gösterdiniz?
-Ben onaylamadım. O çok saygılıdır, izinsiz adım
atmaz. Fikrimi söyledim. Türkiye’de siyaset cinnettir, partiler üstü kal dedim.
Yıpratırlar, çamur atarlar diye uyardım. Fakat kendini feda ederek katıldı.
Bunu bir memleket borcu olarak gördü.
-Zülfü Beyin başarısında elbette ki, sizlerin de
payı var. İleride bu kadar ünlü olabileceğinin sinyallerini almış mıydınız?
-Kendime pay çıkarmak istemem. Ama evimizdeki saygı
ve sevgi ortamında büyümek onu etkilemiştir. Annesi ve ben aynı şeyleri düşünür
ve uygulardık. Eğitim ve öğretim bizce çok önemliydi. Dayak, azarlama, kavga
nedir bilmezler.Çocuklarımızın kendi aralarındaki ilişkileri de çok güzeldi.
Akşam yemeğinde hep bir arada olmak bir kuraldı. Yemek sırasında sorunlar
tartışılır, çözümler bulunurdu. Yemek masamız bir açık oturum, bir okul
gibiydi. Böylesine sevgi ve saygı ortamında yetişen çocuklardan beklenen de
böyle bir sonuçtu. Başarı sinyalleri vardı. Çok güzel yazı yazıyordu,
mektupları çok ilginçti. Okumayı çok seviyordu.
-Gençken kötü alışkanlıkları oldu mu?
-Hayır. Kahve, meyhane, kumarhane gibi yerleri hiç
tanımadı. Okumayı öylesine seviyordu ki, top peşinde koşturmaya bile zamanı
olmadı. Zülfü ile Asım arka odada yatarlardı. Geç saatlere kadar ışıklarının
yandığını gördüğümde “geç oldu, uyuyun” diye uyarırdım. Biraz sonra ışıkların
tekrar yandığını görürdüm. Bir süre böyle mücadele ettikten sonra ışıkları
erkenden söndürdüklerini gördüm. Karyolanın altına battaniye serip, üstüne
uzanarak mum ışığında kitap okuduklarını sonradan fark ettim. Okuduğu kütüphaneler
dolusu kitap onu bugünlere hazırladı. Edebiyat merakı olmasaydı, sadece müzikle
bu duruma gelemezdi.
-Zülfü adını vermenizin bir nedeni var mı?
-Var. Babama Zülfükar yerine kısaca Zülfü derlerdi.
Oğlum dünyaya gelince ben yoldaydım. Babam, oğlumun doğduğunu müjdeledi. Ben de
izin verirsen senin adını koyalım dedim. Zülfü 20 Haziran 1946 da doğmuştu.
İlginçtir, babam da yıllar sonra 20 Haziran günü vefat etti. 2 Temmuzda doğan
kinci oğlum Asım’a da kayınpederimin adını koyduk. Rastlantıya bakın ki,
kayınpederimin ölümü de o güne denk geldi.
-Artvin’de, miras yoluyla ailenize kalan bir şey
var mı?
-Hiçbir şey yok. Tek bildiğimiz, oradaki dedemiz
Yusuf Ağanın (Topal Yusuf derlermiş) oğlu Ömer’le acele Erzurum’a mektup
gönderdikten sonra 24 saat içinde savaşın başladığıdır. Yakınlarımızın çoğu
şehit olmuş. 43 yıllık esaret dönemi bitince Ömer Dedemizin küçük kardeşi
Süleyman, babamı Elazığ’da bulup görüşüyor. Daha sonra köyüne dönüyor. Yusuf
Ağanın en büyük oğlu Mehmet’in öğrenim için Rusya’ya gittiğini, bir kardeşinin
de özürlü olduğunu biliyoruz.
-Köyünüzü anımsatacak bir eşya, bir obje de mi yok?
-Ne yazık ki yok. İlk zamanlarda giden olmadı.
Artık çok geç. Ben uzun yola dayanamıyorum. Kızım Seyhan 1990’larda Artvin’den
geçmiş. Hopa’da bir gece kalmış. Zülfü ile Ömer Asım da oraları gördüler.
-Benim bildiğim Zülfü Bey, bu yıl Artvin’e gitti.
Kafkasör’de verdiği konseri TV’den izledik. Umarım bu ilgisi sürer, uzun yıllar
kopuk olan ilişkiler giderek güçlenir. İnsanların köklerine ulaşması hoş bir
duygu. Sanatçılar için bu daha önemli olmalı.
(Bu arada kapı çalıyor. M.Sabri Beyin eşi geliyor.
Beni evde karşılayamadığı için üzüntüsünü belirtiyor. Bir yakını için
yaptırdığı mezarı teslim almaya gitmiş. Söyleşinin uzun sürmesine sevinip, beni
oldukça içten karşılıyor. Onu da Seyhan Hanım gibi çok genç buluyorum. Zülfü
Beyin annesi ne kadar da gençmiş derken hemen düzeltme yapıyor. Onu ben
doğurmadım ama aramızda özlük üveylik yok. Hepimiz birbirimizi çok sever ve
sayarız.. Güllük gülistanlık bir yaşantımız var, diyor. Bu arada M.Sabri Bey
açıklama yapıyor):
-İlk eşim Şükriye, Konya Ilgın’dandı. İkinci eşim
Şükran’la 1968 de evlendik. Ailesi Kastamonu Araçlı ama kendisi bilmez. Orada
yaşamamış. İlk eşim öldükten sonra, ben çocuklara hem ana hem de baba oldum.
Zülfü evlenip ayrıldıktan sonra ikinci evliliğimi yaptım. Evdeki üç çocuk anne
sevgisinden yoksun kalmadı. İlişkilerimiz çok iyiydi. Şükran Hanımın ilk
evliliği oluşu dolayısıyla da üvey çocuğunun bulunmayışı, benim çocuklarımı öz
ana gibi bağrına basmasını sağladı.
-Torunlarınızla aranız nasıl? Zülfü Beyin kızı
Aylin’i ben çok beğeniyorum.
-Aylin bizim ilk gözağrımız. Biz de çok seviyoruz.
Küçükken ona “Kibar Aylin” derdik. İstanbul’a gittiğimizde onun odasını bize
verirlerdi. İçeri girip bir şey alması gerektiğinde kapıyı vururdu. Çok kibar,
ince ruhlu bir kızdı. Hala da öyle, saygılı ve sevimli. Bizi sık sık arar.
Zülfü ve eşi Ülker’de hafta geçmez telefon açarlar. Gelinimizi de Zülfü kadar
severiz.
-Aylin’in şarkıcı olmasını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
-Kendi tercihidir. Biz doktor, gazeteci gibi farklı
meslekler düşünürken, o müziği seçti. Pop müziğine pek ilgim yok ama o Türk
adını dünyaya duyuruyor. Başarısından gurur duyuyoruz. Esas beni sevindiren
Milliyet gazetesinde haftada bir yazıyor olmasıdır.
-Şimdi yurtdışında yaşıyor sanırım.
-Hayır, Tolga’dan ayrıldıktan sonra anne ve
babasıyla İstanbul’da oturuyor. İşi gereği yurtdışına gidip geliyor.
-Yurtdışındaki başarılarını neye bağlıyorsunuz?
-Aylin çok kültürlüdür. Dört dili anadili gibi
biliyor. İtalyanca, İsveççe, İngilizce. Müzik yeteneği ve eğitimi de var.
Başarılı olması çok doğal.
-Aylin’e başarılar diliyoruz. Gelelim, gurur
kaynağımız Zülfü Livaneli’ye. Önce UNESCO büyükelçisi olduğunu, daha sonra
kuruluşun genel direktörü Federico Mayor’dan aldığı yazı ile UNESCO’yu Türkiye
ve dünyada temsil etme yetkisiyle donatıldığını, basından öğrendik. Böyle bir
evlat sahibi olmak nasıl bir duygu?
-Elbette çok gururlanıyoruz. Şimdiye kadar 40 ödül
aldı.O, yurtdışında iken ödüllerini bana verirlerdi. Artık kanıksadım.
-Bu ödüller, sanırım hep manevi değer taşıyor.
Maddi değeri olan ödül de var mı?
-Hayır. Ama Birleşmiş Milletler pasaportunun değeri
maddiyatla ölçülmez. Gururla okuduğum pasaportta şöyle yazıyor: “Bizim
büyükelçimizdir. Dünyanın hangi ülkesine giderse gitsin kolaylık ve saygı
gösterilmelidir.” Dünyayı bu pasaportla dolaşıyor, vize sorulmuyor.
-Livaneli’nin, Balkan Ülkeleri Edebiyat Ödülünü
“Engereğin Gözündeki Kamaşma” adlı romanıyla aldığını, Dünya Aydınlar
Birliği’ne üye 12 kişiden biri olduğunu biliyoruz. Bu konuda söyleyecekleriniz
var mı?
-Dünyadan 12 kişinin seçildiği bu birliğe
Türkiye’den Yaşar Kemal ile Zülfü Livaneli uygun bulunmuş. İlk toplantı
Kırgızıstan’da düzenlenmiş. Bu 12 kişinin tunçtan heykelleri yapılarak,
Süleyman Demirel’in de katıldığı bir törenle açıldı. Yazar Cengiz Aymatof’un da
aralarında olduğu, bu seçkin insanlardan birinin babası olmak çok gurur verici.
-Zülfü Bey liseden sonra Türkiye’de kalıp bir
üniversite bitirseydi, yani yurt dışına çıkmasaydı, bugün nerelerde olurdu?
-Edebiyat öğretmeni veya yazar olabilirdi. O
zamanlar, benimde istemediğim yurtdışına çıkışı, bazı sıkıntılar çekişi, onu
yetiştirdi. Dil öğrendi, dünya görüşü gelişti. Değişik kültürleri tanıma
fırsatı buldu. Onu bu duruma getiren bunlardır.
-Ankara’ya her geldiğinde sizinle görüşebiliyor mu?
-Herhangi bir program için geldiğinde ekipten
kopamıyor. Dostları onu bırakmıyor. Bize uğramak için zor fırsat bulur. Bazen
de geç saatlerde bizi rahatsız etmekten kaçınır.
-Bildiğimiz kadarıyla Artvin’de akrabalarınız
kalmamış. Peki Artvinli dostlarınız var mı? Yaşıtınız ve meslektaşınız Muammer
Yazar ile Yüksek Hakimler Kurulu Başkanı Mahzar Budak’ı tanıdığınızı sanıyorum.
-Elbette tanıyorum. Muammer Yazar’ı iyi tanırım.
Mahzar Budak’la uzun yıllar beraber çalıştık. Milletvekili olan kardeşi Naci
Budak’ı da tanırım. Adalet Bakanlığında müfettiş olan Adnan Cengiz de
Artvinli
dostlarımdandır.
-Gitmemiş
olsanız da Artvin’i nasıl hayal ediyorsunuz?
-İsviçre’ya benzediğini düşünüyorum. Ormanlar arasında, içinden Çoruh’un
geçtiği, doğal güzellikleriyle ünlü bir yer olarak hayal ediyorum. Sadece
ormanlarıyla değil, yaylaları, dağları, bağı bahçesi ve meyvesiyle belleğimde
canlanıyor.
-Böyle
bir yöreden olmak nasıl bir duygu?
-Çok gurur verici bir duygu. Artvinli olmaktan, herkes gibi ben de övünç
duyuyorum. Orada yaşamak isterdim. En azından bir mevsim kalmak hayalimdi. Ama
koşullar elvermedi.
-Artvin’in
sorunlarını ne ölçüde biliyorsunuz?
-Sanırım öncelikle yol sorunu var. Ekonomik durumunun gelişmesi için bazı
projeler gerekli. El sanatları, halıcılık, arıcılık, hayvancılık kalkınmasını
etkiler diye düşünüyorum. Yayla turizmine önem verilmeli. Su sporları için
uygun olan Çoruh turist çekebilir.
-Zülfü
Beyin de üzerinde durduğu siyanürle altın çıkarılması konusundaki
düşünceleriniz nelerdir?
-Doğaya, çevreye zarar verilmesine karşıyım. Ben teknik adam olmadığım için
dünyada bu nasıl uygulanıyor bilemiyorum. Ancak uzmanlar da bu konuda ikiye
ayrılmış. Kimi zararı yok diyor, kimi de olmaz diye diretiyor. Altın yeraltında
kalmamalı. Ülkemize katkı sağlamalı. Ama çevreyi bozmadan çıkarmanın yolları
bulunmalı Zülfü yanlış yazmaz. O neyi savunuyorsa, doğrudur.
-Artvinlileri
nasıl tanıyorsunuz?
-Tanıdıklarımın hepsi de sağlam karakterli, mert, dürüst ve kültürlü
insanlardır. Eğitime düşkündürler. Okuma oranı % 98. Özellikle bayanları
okutmaya çaba gösteriyorlar. Bağnaz değiller. Artvinli okumuşlar, Türkiye’nin
dört bir yanında hizmet vermektedir.
-Sn.Livaneli,
daha çok söyleşmek isterdim ama akşam oldu. Sizinle ve ailenizle tanışmak beni
mutlu etti. Pazar gününüzü tümüyle bu söyleşiye ayırdığınız için size teşekkür
ediyorum.
-Bir hemşehrimle tanışıp söyleşmekten memnuniyet duydum. Yeniden görüşmek dileğiyle,
ben de size teşekkür ediyorum.
ÖNERİLEN HABERLER

Artvin Kültür Turizm Evi’nden Keyifli Lezzetler Keyi...
Artvin Kültür Ve Turizm Evi 2025 Ramazan Ayına Artvin’in Yöresel Lezzetleriyle Girdi. Ramazan Ayı Süresince Zengin Men...

ARTVİNDEN YETİŞENLER Murat Baytan “Yönetim Danışmanı...
Murat Baytan 1971 yılında Murgul İlçesinde dünyaya geldi.. Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi, Çalışma Ekonomisi v...

Faruk Çelik Özgür Özel için kırmızı kart çıkışını el...
Bir dönem Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Tarım ve Orman Bakanlığı görevlerinde bulunan AK...

Murgul'da heyelan büyük zarara yol açtı; yapılaşma n...
Artvin'in Murgul ilçesinde geçtiğimiz günlerde gece meydana gelen heyelana yakalanan köy sakinleri dağın kop...

MERT DTM 4.mağazasını Kartal’da Açıyor.
Artvinli işadamı Mehmet Kitapçı tarafından 1981 yılında temelleri atılan Mert Dtm ev tüketim ve ihtiyaç malzemeleri &n...

Doğa Savunucuları Reşit Kibar İçin Nöbet Tuttu
Artvin'de ağaç kesimine karşı çıktığı için öldürülen Reşit Kibar anısına İstanbul'da doğa savunucuları Validebağ Korus...
YAZARLAR
Video Galeri

Artvin Kültür Turizm Evi’nden Keyifli Lezzetler Keyi...

ARTVİNDEN YETİŞENLER Murat Baytan “Yönetim Danışmanı...

Faruk Çelik Özgür Özel için kırmızı kart çıkışını el...

Murgul'da heyelan büyük zarara yol açtı; yapılaşma n...

Çoruh Söyleşileri; Zülfü Livaneli’nin Babası Mustaf...

MERT DTM 4.mağazasını Kartal’da Açıyor.

Doğa Savunucuları Reşit Kibar İçin Nöbet Tuttu

Artvin’de keşfedilen bal, köylünün yeni gelir kapısı...

Gülfidan Erdem Artvinlilere Ev Yemekleri Sunacak!.

Hayatlara dokunup sosyal sorumluluk projelerine uzan...
- ARTVİNLİ BASIN MENSUPLARI Kenan Sönmez “Gazeteci, 21.Dönem M...
- ARTVİNİ TANIYALIM
- ARTVİNDEN YETİŞENLER Mümtaz Ural “İşadamı, Turizmci”
- ARTVİNLİ YAZAR VE EDEBİYATÇILAR Ülkü Önal “Gezi Yazarı, Araş...
- ARTVİN BÜROKRATLARI Yılmaz Olgun İl Planlama Ve Koordinasyon...
- ARTVİN GÜNDEMİ Çayağzı Mahallesindeki Kafede Yangın Çıktı.
- BELEDİYE BAŞKANLARIMIZ Yusuf Sağlam “Yusufeli Eski Belediye ...
- ARTVİN YAŞAM & GÜNDEM HABERLERİ "Artvin'de Doğalgaz Yatırıml...
- ARTVİNDE HAYVANCILIK “Köy muhtarı köye dönüş yapanlara inek ...
- Hava Kargosu Hizmetlerinde Tercih Edilen Marka; “MNG Hava Yo...
- ARTVİNLİ YÖNETİCİ VE BÜROKRATLAR Yaşar Gürel “TOÇ – Birsen G...
- Yusufeli Mutfaklarının Geleneksel Tatlısı “Kaysefe”
- KÜNYE
- Başkan Elçin; "Belediyemizde Esnek Mesai Çalışması Başlattık...
- İÇİMİZDEN BİRİ "Can Fiko"